Bunu okuyorsunuz:
“Köklere Bağlı Bir Rönesans” Suyun Üstünde ile TNK | Röportaj #62

“Köklere Bağlı Bir Rönesans” Suyun Üstünde ile TNK | Röportaj #62

TNK Band

Ortak hafızamızda yer edinen şarkılar var. 2010’ları düşünürken birçoğumuzun aklına ilk gelen şarkılardan olur herhalde, Yine Yazı Bekleriz ve Söyle Ruhum. Mutlaka yeri apayrı bir anımıza kazınmış bir TNK şarkısı vardır. Yıllar içinde TNK yeni kilometre taşı şarkılarını diskografilerine eklemeye devam etti, biz de onları çalma listelerimize eklemeye devam ettik. Bugün ise yenilenmiş bir grup olarak yeni şarkılarıyla hayatlarımıza dokunmaya devam ediyorlar.

 

Yeni teklileri Suyun Üstünde yayınlanmışken TNK grubunun solisti Caner Karamukluoğlu’na sorularımızı yönelttik. Ve ortaya Yok Çaresi’nden Yoz Şarkı’ya, yenilenmiş hallerinden konserlere birçok konu hakkında konuştuğumuz bu güzel röportaj çıktı. Sözü daha fazla uzatmadan sizleri adeta bir zaman tüneli olan röportajımızla baş başa bırakıyoruz. Keyifli okumalar!

 

 

Caner hoş geldin nasılsın?

Hoş bulduk. Çok iyiyim. TNK ile ilgili daha iyi hissettiğim bir dönemdeyim. Önceki yıllarda kopmalarımız olmuştu ama şimdi grup bir aradayız ve üretiyoruz. O yüzden müzikle ilişkim anlamında da TNK’yle ilişkim anlamında da iyi hissediyorum.

Buna çok sevindim. Bugün bir sürü sorum var sana; ama önce son teklinizle başlamak istiyorum. Suyun Üstünde yayınlandı ve çok güzel bir şarkı. Şu an nasıl hissediyorsun?

Teşekkür ederiz. Biz de dinlettiğimiz insanlardan iyi yorumlar aldık bugüne kadar. Şarkıyla ilgili gerçekten iyi hissediyorum. Bu şarkı aslında çok uzun süredir aradığım bir şarkıydı. Yaratıcı süreçte ya çok melankolik, hantal fikirlere gidiyordum ya da çok zıpır, yüksek tempolu şarkılara gidiyordum. Böyle orta tempo bir şarkı arayışındaydım. TNK’nin Söyle Ruhum gibi, Son Bir Şans Daha gibi orta tempo şarkıları vardır. Onlardan biri oldu bu da. Duygusal açıdan yaklaşırsak da kendi iç hesaplaşmamı anlattığım için şarkının duygusu beni de her seferinde sanki dinleyiciymişim gibi içine çekiyor. Hatta şarkıyı çok dinleyip tüketmemeye çalışıyorum. Benim için bu anlamda biraz farklı bir şarkı oldu. Bir yandan da armonik yapı ve üslup olarak TNK’nin eski şarkılarına benzetenler oldu, bu da beni ekstra mutlu ediyor.

Şarkının sözleri eski mi?

Değil. Oldukça yakın zamanda yazdım hatta. 7-8 ay olmuştur. Şarkıyı yazdıktan kısa süre sonra da hemen bitirdik. Yakın zamanda yazdığım için şarkıda anlattıklarım yakın zamanda hissettiğim duygular. Belki, dinlerken ben de dinleyici gibi dinleyebiliyorum, dememin sebeplerinden biri de budur.

Suyun üstünü anlatır mısın? Orada olmak nasıl bir şey senin için?

“’Suyun üstünde’den ne kastediyorsun?” şarkının bütün anlamını ortaya çıkartacak bir soru. Özet olarak, suyun üstünde kalmayı konfor alanı gibi düşünebiliriz. O kadar da klişe psikoloji terimleri kullanmak istemiyorum ama bazen yaşadığımız kötü olaylar bizi dibe çekiyorsa o dibe gitmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yüzeyde kalmanın, yüzeye tutunmaya çalışmanın bazen anlamı olmayabilir. Çünkü o dipte olma veya dibe çekiliyor olma hissi ne kadar derin yaşanırsa o kadar fazla tecrübe kazanılacağını düşünüyorum. Bir yandan suyun yüzeyinde kalmak nasıl yapabileceğin bir şeyse dibe batmak da yüzmeyi bırakıp karaya çıkmak da aynı şekilde yapabileceğin bir şey. Belki hayatında bir paradigma değişikliği yapman gerekiyordur. O sırada yapman gereken şey yüzmek değildir, karada olmalısındır. Belki böylece batma fikri de sana uzak gelecektir. Yani, bırak ne olacaksa olsun.

Şarkıda böyle bir duyguyu, bunun içinde o kısır döngüye hapsolmuş bir kişiyi eleştiriyorum. Buradan çık, belki yanlış bir yerdir burası, belki farkında değilsindir ama bir kısır döngünün içindesindir. Şarkı, ilerisinde de bu kısır döngünün hangi konularla ilgili olduğundan biraz bahsediyor. Biraz sevmek sevilmekle ilgili, kendini sevmekle ilgili duyguların eksikliğinden de bahsediyor. Çok özet olmadı (gülüyoruz) ama şarkıda anlatmak istediğim şey buydu.

Bana suyun üstünde kalmak bir illüzyonmuş gibi geliyor. Yetişkin hayatında çok da mümkün olmayan bir şeymiş gibi… Uzun süre yüzeyde kalabilmek mümkün mü sence?

Suyun üstünde olmadığın halde kendini suyun üstünde kaldığına ikna edebilirsin. Bu bir illüzyon olabilir mi? Evet olabilir. Ben özellikle günümüzde yaşayan bir insanın bunu kolaylıkla yapılabileceğini düşünüyorum. Çünkü temel ihtiyaçları gidermek artık çok kolay.

Kaçabileceğin bir konfor alanı yaratabilir ve kafanı kuma gömüp orada iyi olduğuna inanabilirsin. Ben bugün çoğu insanın böyle yaşadığını düşünüyorum. Yani işte plazada çalışan, genel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar maaş alan, sosyal bir çevresi olan bir insanın bile, belki çok büyük problemlerin sağında solunda durduğunu fakat o yaşam standardını sağladığı için onlara bakmadan suyun yüzeyinde kalmaya devam ettiğini düşünüyorum. Belki de kendisine hiç uymayan bir hayat yaşıyordur. Sürekli bir yüzeyde kalma çabası var orada işte. Çaba harcıyorsun ama belki oradan çıkmalısın, belki de batmaya izin vermelisin. Battıktan sonra belki bir daha suyun yüzeyinde kalmak istemeyeceksin, bambaşka bir dünya keşfedeceksin. Kendinle hesaplaşmalarını yapıp yeni yollar bulacaksın belki de.

 

 

Grubun üyeleri değişti. Birlikte çalışmaya nasıl başladınız?

Şu konuya bir açıklık getirmek gerekiyor, TNK aslında çok eskiden beri bana ait olan bir “proje”. Biz yıllardır bir band formatındayız. Daha önce hiç bu kadar büyük bir değişikliğe uğramamıştı; fakat hep değişiyordu. Birileri gitti, birileri geldi. Sonra geri dönenler oldu… Bu anlamda benim kontrol edebildiğim bir proje olduğu için benim açımdan sarsılmaz bir yere sahip. Ben, iyi çalan müzisyenlerle beraber bu projeyi devam ettirebiliyorum. Gerekli olan şey, o müzisyenin projeye inanması ve yeteneğini ortaya çıkartabiliyor olması. Bundan başka bir beklentim yok. Hatta önceliğim, grupla olan ilişkisi, duygusal bağı, gruba olan sevgisi. Şöyle çalsın, böyle çalsın aramıyoruz.

TNK’de özellikle son dönemde üretim kısmında yalnız çalışmamaya başladım. Son şarkı da dahil olmak üzere üretimimi Umut Er’le paylaşıyorum ve onunla iki prodüktör olarak, TNK’ye bir vizyon katmaya çalışıyoruz. TNK böyle bir proje. Umut gibi biri olduğu zaman proje hızlanabiliyor veya başka türlü şekillenebiliyor. Yani benim tamamen sağını solunu kontrol ettiğim, bütün sınırlarını çizdiğim bir şey değil TNK.

Müzisyenlerin gruba bağlılıklarına bakıyorum dedin…

Evet ama o sadakat gibi algılanmasın. Müzikle olan ilişkisi, bağı… TNK’yi seviyor mu, şarkıları çalmaktan mutlu mu? Benim için en önemli konu o. Çünkü zaten yazılmış partisyonlar, herkes çalışıp sahnede çalabilir. Önemli olan, sahnedeki sinerjinin iyi olması. Onu başardığın zaman birliktelik başlıyor. O yüzden önceliğim sadakat değil TNK’nin müziğine olan bağ ve isteklilik.

Yani var olan ruhu korumaya ve ona uymalarına mı bakıyorsun?

Evet var olan ruhu sevmelerini istiyorum sadece. Yine Umut üzerinden konuşalım, sen de tanıyorsun, Umut, Söyle Ruhum’u çok seviyor mesela. “Ben senin şarkılarınla büyüdüm.” diyen biri. O, o ruhu seviyor ve içinde olmaya istekli.

Bağımsız yayınlamaya mı döndünüz Caner?

Evet. En son bir plak şirketiyle çalıştığım albüm Manik Depresif albümüydü, Sony Music’le yayınlandı. Ondan önce TNK’nin kariyerinin neredeyse 10 senesi Pasaj Müzik’leydi. Ondan önce de bir EP’miz var, başka bir şirketle çalıştığımız. Özetle bugüne kadar hep yayıncılarla çalıştım fakat şu an modern müzik sektörü, yayıncılığı sadece bir sponsor gibi görmek zorunda bırakıyor.

Eskiden plak firması olmadan sanatçı asla yayın yapamıyordu. “Benim şarkılarım var, ben bunları kendim yayınlayacağım.” deyip gidip dağıtımcıyla anlaşamıyordun. Orası kendi içerisinde kapalıydı. Plak firması da seni seçen, kafasına göre eleyen, hatta müziğine “Bu şarkıya gitar çalsana.” ya da “Bu şarkıya bu davul olmamış.” diyebilecek seviyelerde eleştiri yapmayı kendinde hak gören bir yapıydı. Ki mesela “Bu şarkıda davul olmasın.” diyen adamın kariyeri inşaatta geçmiş oluyor veya muhasebecilikle geçmiş oluyor mesela. Ve maalesef bu adamların elinde olan bir sistem bu. Biz de oradan geliyoruz. Ama biz şanslıyız ki daha modern kafalı plak firmalarıyla çalışma imkanımız oldu.

Günümüze geldiğimizde Spotify, Apple Music gibi majör dinlenen platformlar hayatımıza girdikten sonra insanlar artık hard copy kullanmadıkları için müziği rahat ve yasal bir şekilde tüketmeye başladı. Ben yaklaşık bir senedir “bağımsız” bir müzisyenim. İlk yayınımız da Ocak’ta yaptığımız Yok Çaresi’ydi. Gayet güzel bir şekilde süreci ilerlettik, çok memnunum bu durumdan.

 

 

Yok Çaresi’ne geçmek istiyorum. Kalp kıran bir şarkı (gülüyoruz). Aynı zamanda 3 yıl aradan sonra geri dönüş şarkınız. Biraz onunla ilgili konuşmak istiyorum. Öncelikle senin o şarkıyla ilgili söylemek istediğin şeyler varsa onları dinlemek isterim.

O şarkı benim yaptığım en melankolik şeylerden biri olabilir. Her çaldığımda şarkının aurasına giriyorum. Bütün dünya bir yana, bu şarkının dünyası bir yana gibi geliyor. O armonik yapı da kulağın çok alışık olduğu bir akor döngüsüdür ama o haliyle bir acayip tınlıyor. Bilmiyorum, niye öyle açıklayamıyorum, tamamen duygusal bir konu. Vokalin sakinliği falan çok suicidal geliyor bana.

Yok Çaresi, dönüş şarkısı, evet. Biz aslında bayağı fazla şarkı üretiyoruz ama o şarkıların çoğunu yayınlamıyoruz. Bu benim eskiden beri yaptığım bir hatadır. 2020’de Manik Depresif çıktıktan sonraki süreçte biraz sancılı oldu her şey. Pandemi bitti, tekrar iş dünyasına dönüldü, o noktada performansa ağırlık verebilmek için grup kurma kısmıyla daha çok uğraştım. Üretim kısmını birazcık bekletmek zorunda kaldım. Bu konuda biraz zaman körlüğü yaşadığımı da düşünüyorum. O kadar uzun süre beklemek için mazeretim yok açıkçası. Bunu tekrarlamamaya çalışıyorum. Ama yine iki yayın arasında 8 ay oldu. Yine o zaman körlüğünü yaşamışım ama bu seferki daha kısa süreli.

Şimdiki yayın 1,5 ay sonra oldu şu an herkes bana “Bravo Caner!” falan diyor. Bu konuda çok eleştiriliyorum zaten. “Hadi artık yayınla, çok güzel bu şarkı.” diyorlar. Ben de onu değil, başka bir şey yapıyorum onu yayınlayacağım, diyorum. O bittikten sonra, öncekinin zamanı geçti, başka birini mi yapsak falan derken böyle karmakarışık bir şey oluyor. Çok sancılı oluyor benim yayınlama sürecim.

Yok Çaresi’nde de Umut geldi “Abi bu şarkı çok güzel, ben bunu bitireceğim.” dedi. Ve o şarkı öyle çıktı. Yani ben aranjesinin %50’sini yapmıştım, kalan %50’sini belki bitiremezdim, belki bitirene kadar şarkıdan bıkıp yeni bir şarkı yapmaya başlayıp onu unutabilirdim. Umut’un o işi ele alması üretmemizi sağladı. Diğer şarkılarda da finalize etme konusundaki sorunlarımı Umut kapatıyor şu anda. Güzel bir üretim düzenine girdik. Konserler de bir yandan devam ediyor. Artık hem üretiyoruz hem de çalıyoruz ve ben bundan çok mutluyum.

O zaman bir tamamlanmamış şarkılar yığının var.

Var evet.

Ben, verdiğin araların ilham tıkanıklığı yaşadığın için olduğunu düşünüyordum; ama galiba tam tersi olduğu için yeni şarkı yayınlanmıyor.

Evet, tam tersi oluyor. Yani bir şarkı üretirken başka bir şarkı daha üretip, onu tamamlamaya çalışırken onu da bırakıp başka bir şarkıya başlıyorum. Birinin gelip elimden bu şarkıları alıp masaya geçmesi gerekiyor. Ben o bağlamda çok “artist” tarafı yüksek biriyim. İş yapma, masa başı iş bitirme konularında çok eksiklerim var. Zaten söylediğim gibi dikkat eksikliğim var, benim için zor oluyor. Mesela üretim sürecinde çok uzun saatler odaklanıp şarkıyı yazıp o duygunun içinden çıkmadan bir şey üretebiliyorum. Fakat onu dinleyicinin dinleyeceği kıvama getirmek benim için ders çalışma gibi oluyor birazcık. O masanın başına çok oturamıyorum. O yüzden başka biri oturduğunda şarkılar hemen çıkmaya başlıyor.

 

 

Yok Çaresi’nde Instagram hesabınızı da sıfırdan tekrar başlattınız. Rönesans gibi bir şey mi sizin için bu şarkı?

Kesinlikle öyle. Çünkü bu sefer işi kuralına göre oynamanın, herkes ne yapıyorsa onu yapmanın doğru olduğuna inandığım bir dönemdeyim. Ben eski kafalı biri olmasam da sosyal medya kullanmaya gerek yok, insanlar zaten Spotify’dan şarkılarımıza ulaşabiliyor şeklinde düşünüyordum. Veya görsel tasarımlara o kadar da önem vermeye gerek yok, işimiz müzik gibi bakıyordum. Yani o konuda biraz cahildim. Şu an onların hepsini düzeltmek için kendi içimizde bir ekibimiz var. Davulcumuz Hakan Kılıç’ın kız arkadaşı Şeyda Kutlu bize görsel tasarımlarımızda yardım ediyor. Suyun Üstünde’nin kapağını da o tasarladı mesela. Onun gelmesi, Umut’un gelmesi, grubun sahnede birbirine sıkı tutunması derken işleri ciddiye aldık ve benim de motivasyonum yükseldi. İnsanlar neyi doğru yapıyor diye iyi yapanları örnek alıp biz de bir şey üretelim, Instagram hesabımızı aktif tutalım gibi kararlar aldık. O yüzden bizim için kesinlikle bir rönesans sayılır. Hem de bağımsızlığımızla beraber -evet belki rönesansın asıl başlığını bu atıyordur, bütün süreci başlatan, o şarkı oldu.

Ben birkaç yıl sonra seninle tekrar röportaj yapmak isterim. Çünkü şu zamana kadar sadece müziği düşünmüş olup şimdi daha geniş bir perspektiften baktığın için yıllar sonra müziğe bakışının nasıl olacağını merak ediyorum.

Ben de merak ediyorum. Benim fikirlerim de değişir hep. Kendimi hep geliştirdiğimi düşünüyorum hep bir sonraki seviyeye geçiyorum. Bazen o seviye fazla geliyor, bir adım geri geliyorum. O yüzden ben de merak ediyorum, acaba bunları doğru yaptım hala olmuyor ya da doğru olan aslında eskisi gibiymiş ve hiç bunlarla uğraşmamakmış gibi bir noktaya gelir miyim?

Şimdi çok sevdiğim bir başka şarkıyı soracağım, Yoz Şarkı. 15 Eylül’de yayınlandı. Özdemir Asaf 100 Yaşında projesinin yayınlanan ilk şarkısı. Şarkı sözleri de 2 şiirin dizelerinden oluşuyor. Bu projeyi biraz anlatabilir misin? Nasıl dahil oldunuz, şiirleri siz mi seçtiniz?

Yoz Şarkı bizim en çok yayın yaptığımız şirket olan Pasaj Müzik’e ait. Albüm de çeşitli sanatçılarla çalışılacak bir proje albümü. Özdemir Asaf’ın varisleriyle iletişime geçip bu projeyi üretmişler. Ben de Özdemir Asaf’ı çok severim, Pasaj Müzik’le görüştüm, kontenjanınız var mı dedim. Onlar da var, dediler. Hatta ciltli çok güzel bir Özdemir Asaf kitabı hediye ettiler. O kitaba başladım, binlerce şiir var tabi içinde. Özdemir Asaf aslında zor bir şairdir, üstü kapalı anlamlar taşıyan şiirleri var, oyunları var. O yüzden biraz uzun sürdü projeyi tamamlamamız. En başından tek bir şiirden ilerleyemeyeceğimi hissetmiştim, bir şarkı oluşturmak zor olur gibi geldi. Mesela Nazım Hikmet öyle değildir, Nazım Hikmet’ten şarkı oluşturmak daha kolaydır, hem uyak olarak hem hece yapısı, ölçüsü olarak, hem de anlattığı şeyi karşıya geçirme açısından çok daha kolay. Özdemir Asaf öyle değil.

Ben işin içine girdiğim zaman gördüm ne kadar zor olduğunu. Hatta bu eleştiriyi çok almış Pasaj Müzik, herkes zorlanmış (gülüyoruz). O yüzden bir şiirden nakaratı başka bir şiirden de verse’ü yarattım. Bugün onu yarattığım için çok mutluyum, her zaman yapabileceğim bir şey olduğunu düşünmüyorum. Hakikaten zor bir şeyi başarmışım. Evet, çok çalıştım ama başarmamı biraz da şansıma bağlıyorum. Bunların birbirine uyması konusunda biraz da tesadüflerin çalıştığını düşünüyorum.

Şarkıyı çok hızlı bitirdik aslında. Nakarat ve verse’teki sözleri birleştirip o melodi akustik gitarla çalınıp söylenebilecek bir hale geldiğinde bizim için kabus bitmişti, bir kompozisyon yaratabilmiştik. Sonra müziği yaparken Umut’la çok eğlendik, aranjesi de çok hızlı bitti. Bitirdikten sonra Özdemir Asaf’ın varisleri sağ olsunlar şarkıyı çok beğendiler, güzel eleştirilerde bulundular. Benim severek dinlediğim bir TNK şarkısı oldu, çok yüksek bir enerjisi var. Hem indie rock kültürünün izlerini taşıyor hem birazcık köklere sadık rock tınılarını taşıyor. Köklere sadık kısım Umut’tan geliyor. O daha klasik rock seven biri, ben daha indie’ci bir taraftayım.

 

 

Sen, yıllardır Ankara’da yaşamıyorsun galiba, değil mi Caner?

10 yılı geçti

Yeterince uzun bir süre. Ama şarkılarında hala bir “Ankara havası” var. İstanbul’dan bahsettiğin Ruhum Boğaziçi dahil. Bu ruh, etkileşim ve çevreden öte içten gelen bir şey mi sence?

Kesinlikle öyle. şehrin insana katkısı çok büyük bence. Ankara’da müzik üretmek daha kolaydı, daha rahat odaklanabiliyorduk. Üretkenliği teşvik eden bir tarafı var Ankara’nın. Ankaralı olmamın böyle faydaları oldu. Ama diğer yandan da Ankara ciddi tehlikeli bir konfor alanıdır, birçok sanatçı için. Ve müziği ulaştırmakla ilgili, profesyonelleştirmekle ilgili dezavantajları da var.

2005’te ilk EP’niz Sıra Bizde yayınlandı. Ve 20. yılı yaklaşıyor. 20. yıl albümü gibi bir şey düşünüyor musunuz? Best Of veya eski şarkılarınızın canlı kayıtları gibi bir şey.

Kesinlikle düşünüyorum. Çok havalı geliyor değil mi kulağa 20. yıl? Ben kendime hiç yakıştıramam 20. Yıl, Best Of albüm falan. Ben hiçbir zaman kariyerimi o şekilde tamamlayamayacakmışım gibi, o özgüvene sahip olamayacakmışım gibi geliyor. Ama o şarkıların da bir güncellenmesi gerekiyor, çok eskiler. O dönemin soundu, o dönemin stüdyosu… Bizim hiçbir albümümüz müthiş imkanlarla kaydedilemedi. O yüzden daha kontrollü, daha bilinçli müzisyenler olarak o şarkılara girişsek çok daha güzel olur diye düşünüyorum. Buna da bir isim bulmak gerekiyorsa bence müthiş bir isim, 20. Yıl Albümü.

Aslında albümden çok canlı performansla destekleyecek bir proje var kafamda. Hatta TNK şarkılarını çok seven sanatçı arkadaşlarımla da o sahneyi paylaşmak istiyorum. Onların söylemek istedikleri şarkılar varsa beraber söyleyelim mi demek istiyorum. Ben çok saygı duyduğum birkaç müzisyenden benim çok sevdiğim şarkıları söyleyelim mi teklifi almıştım. Onları dürtüp “Böyle bir proje var hazır mısın?” demek istiyorum. Neyse ki daha 2 senemiz var, acele etmemize gerek yok (gülüyoruz). Evet, yani böyle bir proje var aklımda. Bir konser salonunda canlı performans, belki kaydı da alınabilir. Bazı şarkılar stüdyoya girilip de kaydedilebilir. Bilmiyorum ama kesinlikle bir şey yapmalıyız.

 

 

Yıllar içinde senin müziğe yaklaşımında yazımında neler değişti Caner? Kendini değerlendirebilir misin bu konuda?

İşin fikirsel kısmına girmeden müzisyen bir yaklaşımla cevap vereyim önce. Daha önce daha karmaşık aranjeler, yapılmamış şeyler veya yapılması zor olan şeyler yapmak beni tatmin ediyordu. Madem bunu söyleyebiliyorum söyleyeyim, kimsenin erişemeyeceği yerlere çıkayım ya da bu armoni Türkiye’de hiç duyulmadı bunu böyle yapalım gibi isteklerim vardı. Olaya “sportif” bir yerden bakıyordum. Böyle olmuş olmasından memnunum bu arada. Çünkü geçmişte o karmaşık yapıları denemiş olmak, o zorlayıcı hareketleri yapmış olmak, bugün en basit şeyleri çıkarmak konusunda çok destekleyici oluyor. Ben hala oradan besleniyorum. Onları yapmış olmasaydım bugün bu şekilde düşünmezdim gibi hissediyorum.

Fikirsel olarak şu değişti, daha ham olan şeylerle ilgili kaygılarımı azalttım. Bazı şeylerin ilk halini, üzerine dokunmadan olduğu gibi sevmeye başladım. Yazdığım bir söz şarkıya prozodi olarak çok iyi oturmuyor olsa bile öyle bırakmak istiyorum bazen. Yazarken, müzik yaparken kendimi biraz daha serbest bırakmak istiyorum.

Konserler nasıl gidiyor peki?

Büyük şehirlerde verdiğimiz konserler çok güzel, dolu geçiyor. Küçük şehirlere çok gidemiyoruz henüz. Kısa süreli bir menajer eksikliğimiz var ve açıkçası bu konuda hiç acele etmiyorum. Çünkü yayın yapıyoruz, provalar yapıyoruz. Piyasaya agresif davranmıyoruz, hadi çalalım her yere gidelim, demiyoruz. Desek muhtemelen gideriz ama bilerek ağırdan alıyoruz. Ama artık bir menajer entegrasyonuyla bunu hızlandıracağımız zaman geldi. Sezon benim için sonbahar-kış gibidir ve biz yeni sezonda daha fazla çalmaya çalışacağız.

Konserler konusunda, arada boşluklar olduğu için seyircinin bizi unutacağını düşünüyordum. Ve en yeni jenerasyona, 2000’lilere dokunamadığımızı düşünüyordum. Hem 2000’li jenerasyona dokunabildiğimizi görmek, hem de eski dinleyicilerimizin geri dönmesi beni çok sevindiriyor.

 

 

Son zamanlarda kimleri dinliyorsun?

Spotify listemi açarak cevap vereceğim. En son (gülüyor) Harry Styles dinlemişim. Golden şarkısını çok sevmiştim. Coldplay’in Champion of the World’ünü dinlemişim. Bunlar böyle sağa sola koştururken dinlemelik şeyler. Oturup kendime bir şarap koyayım da müzik dinleyeyim listesi değil. Empire of the Sun dinlemişim biraz. The Weeknd dinlemişim, Sacrifice şarkısını çok beğeniyorum bence süper şarkı.

Oturup dinlemelik listem tehlikelidir. Blonde Redhead var mesela, beni çok etkiler, her zaman dinleyemem o yüzden. Günlük koşuşturmada Blonde Redhead açarsam eve geri dönmem gerekir. Woodkid son dönemde çok seviyorum. Hatta bir solo kariyer hedefim olsa Woodkid gibi bir şey yapmak isterim.

Konfor alanın olan bir albüm veya sanatçı var mı?

The Strokes!

Bir de şair sormak istiyorum sana, kalemini sevdiğin biri var mı?

Nazım Hikmet her zaman 1 numaramdır. Çok geleneksel bir yazar ama bence çok güçlü bir kalem. Turgut Uyar 2 numaram, 3 de Cemal Süreya olsun. Gerçi şu an piyasada Özdemir Asaf şarkısı döndürürken ilk 3’te onun olmaması biraz kötü oldu (gülüyoruz).

Benim sorularım burada bitiyor. Sen son olarak ne söylemek istersin?

İnsanlar kendilerini sevmeye başlamalı. İnsanın kendisini sevmesi çok büyük bir macera. O maceraya bir yerinden, kıyısından köşesinden başlamak lazım. Son cümlem bu olsun.

 

Caner Karamukluoğlu’na cevapları için teşekkür ederiz. Siz de yeni şarkılardan ve konser takviminden haberdar olmak isterseniz TNK’yi Instagram ve Twitter hesaplarından takip edebilirsiniz!

 

Bu içerik size ne hissettirdi?
ehehe
0
ilginç
0
kalp <3
3
karasızım
0
olamaz!
0
üzücü
0