Bunu okuyorsunuz:
“Yerli Sahnede Punk Rock Rüzgarı” Egemen Akkol | Röportaj #60

“Yerli Sahnede Punk Rock Rüzgarı” Egemen Akkol | Röportaj #60

Egemen Akkol

Yerli sahneyi punk-rock sounduyla sallayan bir ismi daha yakından tanıyacağız bugün, Egemen Akkol’u. İlk şarkısından beri enerjisi ve benzersiz müziğiyle dinleyen herkesi çok etkileyen Egemen Akkol’un 24 Mart’ta yayınlanan teklisi Kafes’i fırsat bilip kendisine sorularımızı yönelttik.

 

Egemen Akkol ile yaratım sürecinden, müziğe ve müziğine bakış açısına birçok konu üzerine konuştuk. Röportajımız boyunca iki anahtar kelime verdi Egemen bize, tutku ve hayaller… Yerli sahnede bir şeyleri değiştirmek konusundaki isteği ve başarabileceğine dair inancı, gerçekten çok etkileyici. Hayallerini gerçekleştirmek için sağlam adımlarla ilerlediği yolunda tutkuları da en büyük gücü.

Kararlılığıyla, özgünlüğüyle müzikal yolculuğuna dair heyecanımızı arttıran Egemen’in düşünceleriyle sizi de etkileyeceğine eminiz. Bu nedenle sözü fazla uzatmadan sizleri Egemen’in pozitif enerjisiyle çok keyifli bir hal alan röportajımızla baş başa bırakıyoruz.

 

Hoş geldin Egemen, nasılsın?

Hoş bulduk iyiyim sağ ol. Sen nasılsın?

 

Ben de iyiyim, teşekkür ederim. Bugün birçok şeyi soracağım ama önce biraz kendinden, müzikal geçmişinden söz edebilir misin?

Tabi. Ben zaten kendimi bildim bileli şarkı söylüyorum. Ama bu işe profesyonel olarak başlamam yaklaşık 5-6 sene önce Edis’le birlikte çalışmamla başladı. 2021 yılının ortalarında da kendi şarkılarımı çıkartmaya başladım. Onun öncesinde de tabi ki aktif şekilde müzik yapıyordum, gruplarım vardı, festivallere katılıyorduk ama onlar cover gruplarıydı. Çok kısa özetlemiş oldum aslında, bu bayağı uzun bir yolculuk tabi ki. Liseden beri sahnede canlı şarkı söylüyorum ve müziğin hep içindeyim. Bunu profesyonel olarak hayatıma katabilmemse dediğim gibi 5-6 sene önce oldu. Daha sonra da kendi şarkılarımı çıkarttım ve bu şekilde devam ediyorum.

 

Ne zamandan beri şarkı yazıyorsun?

Ben şarkı yazmaya üniversitede başladım. Bahsettiğim grubumuz, cover grubu dedim ama tam olarak cover grubu değildi. Hiç çıkartmadığımız, sadece konserlerde çaldığımız kendi şarkılarımız da vardı. Güzel de geri dönüşler alıyorduk aslında; ama nedense onları çıkartmaya pek cesaret edememiştik. Kendi şarkılarımı yazmaya üniversitenin ortalarında başladım ama tarzımı oturtmak zaman aldı. O hala üstünde çalıştığım bir şey. İnsan sürekli değişiyor. Beğenileri değişiyor, yazım stili değişiyor… Dolayısıyla bunu belli bir standarda oturtmak çok kolay olmayabiliyor. Tabi ki aynı şarkıları yapmak değil kastettiğim ama belli bir çerçevenin içinde çok da uçlara kaçmadan belli bir standardım olsun istiyorum. Çünkü vermek istediğim mesajın, imajın bir karşılığı var benim kafamda. Dolayısıyla onu daha da güçlendirmek istiyorum.

 

Boğaziçi Üniversitesi’nde okumuşsun. Oradan mezun olmuş birçok müzisyen var şu an. BÜMK sana neler kattı? Ortamınız nasıldı? 

Ben şu an yaptığım her şeyi sanırım müzik kulübüne borçluyum. Müzikte sınırlarımı keşfetmeme ve bu konuda özgüven kazanabilmeme inanılmaz yardımcı oldu. Müzik kulübü benim hayatım boyunca en rahat hissettiğim yer. Benim ne yapmak istediğimi keşfettiğim ve onların üstüne gidebildiğim, çok fazla yakın arkadaşımla tanıştığım, müzikal yolculuğumu onlarla paylaştığım bir yer. Orada ben korolarda söylüyordum, orkestralarda söylüyordum, grubumuzu orada kurduk, birlikte festivallere katıldık…

Ortamını şöyle anlatabilirim, birbirine destek olmak isteyen ve aynı hayali paylaşan birçok insanın olduğu bir yer düşün. Bir arkadaşlık ilişkisi içindesiniz fakat aynı zamanda benzer hayalleri paylaşıp onları birlikte gerçekleştirme dürtüsüne sahip oluyorsunuz. Ve bu sayede arkadaşlığınız belki de daha çok değer kazanıyor. Hayata aynı bakıyorsunuz. Birlikte vakit geçirmekten çok zevk alıyorsunuz ve bütün hayatınızı birlikte geçiriyorsunuz.

Bizim okulda çok kulüp vardı ama genelde müzik kulübünde olanlar başka kulüplere çok gitmiyorlardı çünkü genelde oraya giriyorsun ve oranın büyüsü seni içine öyle bir alıyor ki çıkmak istemiyorsun. Sürekli orada vakit geçirmek istiyorsun. Orası özgüvenini de çok besleyen bir yer. Bir şeyleri başarabileceğini hissediyorsun.  Mesela ben Taşoda festivallerine çıkıyordum, orada 5-6 bin kişinin önünde konser veriyordum. Sahne tecrübelerimi orada edinmiş oldum. Benim şu an bu müziği yapmama katkısı çok büyüktür, hayatımın merkezinde diyebilirim yani. Ayrıca şu an birlikte çaldığım arkadaşlarım da Boğaziçi’nde beraber çaldığımız arkadaşlarım. O zamanlar bir grubumuz vardı. Devamındaki süreçte sürekli birlikte değildik ama şimdi yine aynı ekiple çalışıyoruz.

 

 

Tatlı bir ortamınız varmış. Ülkede böyle bir yer olmasına çok sevindim. Ben seni aslında ilk kez Şenceylik’le olan videolarınızla görmüştüm.

Şenceylik de benim Boğaziçi Üniversitesi Müzik Kulübünden arkadaşım. Bahsettiğim gibi aynı hayalleri paylaştığım, çok sevdiğim bir insan. Onunla zaten sürekli şarkılar söylerdik kulüpteyken, sonra da birlikte cover videoları yaptık. İnsanlar da bizim birlikte bir şarkı yapmamızı bekliyordu. Biz de bunu çok istiyorduk. Sonra birlikte “Yarım”ı yazdık ve yayınladık. İkimizin de çok hoşuna giden bir şarkı bıraktık dünyaya. Uzun yıllar süren arkadaşlığımızın bir ürünü gibi oldu.

 

Bir röportajını izlemiştim, orada mezun olduğun bölümle ilgili bir işte çalıştığını söylemiştin. Önceden de “Ben müzikle hayatımı geçindireceğim.” şeklinde bir düşüncen var mıydı? Yoksa bir noktada, müziksiz olmuyor ve hobi olarak kalması da içime sinmiyor, diyerek mi karar verdin?

İkincisi gibi oldu sanırım. Müzik tabi ki aklımın hep bir köşesinde vardı ama nedense bunu profesyonel olarak yapmak, şarkılarımı çıkartmak bana hep korkutucu geliyordu. Bundan hep çekiniyordum ve gözümde gittikçe büyüdü. Bana şey soruyorlar, müzik yapmak isteyenlere ne önerirsin? Hiçbir şekilde korkmamalarını ve bu işe bir an önce başlamalarını öneririm. Çünkü çoğu şeyi yolda öğreniyorsun. Yolda karar veriyorsun, yolda değişiyorsun. Ben müziği profesyonel olarak yapabileceğimin farkına Edis’le çalışmaya başladığımda vardım. Tamam, dedim, ben bu sektöre girdim buradan da devam ederim. Sonra da işten ayrıldım zaten. Sanırım bir fırsat arıyordum ben. Aklımın bir köşesinde vardı, o fırsatı da bulunca tamamen müziğe odaklı bir hayatı yaşama şansına eriştim.

 

 

“Dinlemeyi seveceğim şarkılar yapıyorum…”

Biraz da Kafes’le ilgili konuşalım. 24 Mart’ta yayınlandı. Aslında daha uzun zamandan beri sen onu duyuruyordun ama ertelendi.

Evet maalesef bir deprem yaşadık, çok üzücü bir olay. Dolayısıyla şarkıyı ertelemek durumunda kaldık.

 

Şarkıdan kısa parçalar paylaştığın zaman çok hoşuma gitmişti ve bir an önce çıkmasını bekliyordum. Birçok insan da benim gibi bekliyormuş zaten. Şarkı yayınlandı, sen nasıl hissediyorsun?

İyi hissediyorum çünkü gelen tepkiler çok güzel. İnsanlar genel olarak beğendi şarkıyı, pek olumsuz yorum okumadım. Sanırım bu enerjik müziği, modern rock müziği istiyorlarmış, onun farkına vardım. Bunu neden yapmayı çok sevdiğimi de hatırlamış oldum. Çok mutluyum yani. Tabi ben artık Kafes’i dinlemekten bayağı sıkıldım çünkü çıkartmadan çok önceden hazırdı, dolayısıyla çok maruz kaldım. Ama içime sindiğini söyleyebilirim. Diğer şarkılarıma göre daha kısa, daha kompakt, ve hiç düşmeyen şarkı. Direkt başlıyor, enerjiyi veriyor. Hap gibi bir modern rock şarkısı olarak hayal ediyordum, o şekilde de olduğu için mutluyum. Çok içime sindi, çok memnunum şarkıdan. İlerleyen dönemlerde de bu sounddan devam ederim gibi geliyor bana. Farklı şeyler de gelecek tabi. Ama bu sound benim ana soundum ve en azından yakın dönemler bu tema etrafında şekillenecek gibi görünüyor.

 

Çok sevindim. Şarkılarını dinlerken sanki Panic At The Disco, Twenty One Pilots dinlermiş gibi hissediyorum. Hem de Türkçe sözlerle. Yerli sahnede böyle şarkılar çok duyulmuyor. Ve şarkıların çok ihtişamlı. Normalde indie sahnede daha minimal sound tercih ederler ama sen asla elini korkak alıştırmıyorsun.

Teşekkür ederim. Ben dinlemeyi seveceğim şarkılar yapıyorum. Benim sürekli dinlediğim müzikler, genelde saydığın gruplar ve çok benzerleri. Dolayısıyla kulağımın aşina olduğu sound ve melodiler de bu tarz melodiler. O nedenle ben şarkı yazarken de biraz Batı müziğine doğru kayıyorum. Türkçe’yle bunları harmanlamak biraz zor oluyor aslında. Bizim dilimizin bazı dezavantajları var ama bunları avantaja dönüştürüp biraz daha edebi ve daha farklı kullanımlarla onları uyarlamaya çalışıyorum. Melodiler de Türki melodiler değil o yüzden onları da biraz buraya çekmeye çalışıyorum. İnsanların kulağında çok da farklı tınlamasını istemiyorum.

Artık şöyle de bir avantajımız var, herkesin elinin altında internet var. Herkes globali dinleyebiliyor, dolayısıyla herkesin kulağı bu müziğe ve bu şarkılara alışık durumda. Ama bunların Türkçelerine aşina değiller. Ben de bunu seviyorum, bunu yapmak istiyorum. Dinlemeyi sevdiğim şarkıyı yapmak istiyorum. Yani ben kendi yaptığım şarkıyı dinlemek istemeyeceksem neden yapayım bunu? Eski işime devam edebilirdim. Ben bunu para için yapmıyorum. Ben bunu tutkum olduğu için yapıyorum.

Aynı zamanda konserde insanlara bu enerjiyi verebilmek için yapıyorum. Benim müzikle ilgili kendimi en rahat hissettiğim, en mutlu hissettiğim kısım konserler. Dolayısıyla benim konserim -bir tane konser yaptığım için konserlerim diyemiyorum (gülüyoruz) enerjik geçiyor. Eski grupla olan konserlere dayanarak da söyleyebilirim, benim alametifarikam o. Yani benim kendimi gösterdiğim yer şarkı üretiminden ziyade konserler. Oradaki enerjiyi seviyorum. Bunu da insanlara geçirebildiğimi düşünüyorum. Bunun için böyle şarkılar üretiyorum. Hem dinlerken hoşuma gidiyor hem de canlı söylerken hoşuma gidiyor. O yüzden bu gidişattan bu yoldan memnunum. İçime sinerek yapıyorum.

 

Senin de söylediğin gibi Türkiye’de çok fazla örneği yok bunun. Peki bu yalnızlığın, böyle müzik yapan başka birinin olmamasının senin için negatif bir etkisi var mı? Yani karşılaştırılabileceğin biri yok ama beslenebileceğin biri de yok. 

Şimdi öyle söyleyince çok gariban durdu. (Gülüyoruz) Müzikal anlamda arkadaşlarım var merak etme. (Gülüyoruz)

 

Hayır hayır öyle değil.

Tamam canım anladım. Bence bu dezavantaj değil aksine çok büyük bir avantaj. Benim hedeflerim gerçekten büyük. Hedef değil de hayallerim büyük diyeyim. Çünkü bu, hırsla yaptığım bir şey değil. Tutkuyla ve hayalle yaptığım bir şey. Ve hayallerim gerçekten büyük. Dolayısıyla burada böyle bir müziğin olmaması benim için büyük avantaj. Benim yaptığım müzik, dünyada geçerli bir müzik ve ben hala bunun bir yere gelebileceğine inanıyorum. Aslında benimle aynı yolu yürüyen Batu Akdeniz var. Çok çok yakın bir arkadaşım zaten. Ve yaptığı müziğe de bayılıyorum bu arada. Bu işi nasıl yapabileceğimizi konuştuğum biri. O yüzden fikir alışverişi konusunda çok da yalnızlık çekmiyorum.

Bu müziğin tek dezavantajı yapımının uzun sürmesi.  Emek isteyen bir müzik bu nedenle seri bir üretim olmuyor maalesef. Yani bir altyapı veya bir loop üstüne yazılmış sözler şeklinde bir ilerleyiş yok. Bundan dolayı biraz vakit harcıyoruz. Burada tabi mükemmeliyetçiliğin ve belli bir standardı korumanın bendeki önemi de bir sebep teşkil ediyor. Ama bu, sizin bu güzel sözlerinizi duymamı da sağlıyor. Kaliteli olsun diye, iyi bir sound çıksın diye uğraşıyoruz. Bunun yaratım aşamasında değil de yapım aşamasında biraz hızlanma eğilimimiz var şu an.

Benim hedefim 2-3 ayda bir yeni şarkı çıkartmak artık. Diğer türlü insanlardan çok uzak kalıyorum ve öyle olmasını istemiyorum. Çünkü kemik bir kitlemiz var ve insanlar kendilerini yakın hissediyorlar.  Ben de kendimi onlara yakın hissediyorum. Benzer zevkleri olan bir kitle gibi geliyor bana. Aynı şekilde düşünüyoruz gibi geliyor. Hayata aynı şekilde bakıyoruz gibi geliyor. Yani gelen yorumlar, Twitter’da, Instagram’da yapılan espriler benim güleceğim şeyler. Dolayısıyla aynı zamanda büyük bir komüniteyiz gibi hissediyorum. Ben sadece buna vesile olan biriyim gibi. Ve böyle çok değerli bir şeyi çok zarar vermeden korumak istiyorum.

 

 

“Şarkıların çoğu dürtüsel ilerliyor…”

Şarkılarında her şeyi kendin mi yapıyorsun? 

Söz müziği ben yapıyorum ama prodüksiyon aşamasında arkadaşlarımla çalışıyoruz. Prodüksiyon konusunda yükün çoğunu prodüktörler çekiyor. Ben fikir verici ve anlatıcı oluyorum. Ne istediğimi anlatıyorum, beraber soundlara ve çalımlara bakıyoruz.

Şarkıların çoğunu Sezer Dinç’le birlikte yaptık. O senin sevdiklerin, yani Ölmek İstedim, Benle Bu Kızın Ne İşi var, Kafes ve Boş Bir Gemi’yi Sezer’le birlikte yaptık. Bana Bi Yolunu Bul’u Kaan Arslan’la birlikte yaptık. Yarım (Akustik)i de Ozan Doğan Ariz’le birlikte yaptık.

 

Peki kayıtlarda analog enstrümanları kullanıyor musunuz?

Evet kullanıyoruz. Aslında şarkıdan şarkıya değişiyor ama tüm şarkılarda gitar analog. Bas gitar da kaydettik. Ama canlı davul hiç kaydetmedik mesela. Şimdi yeni bir şarkıda olacak canlı davul. O da farklı, sürpriz bir şarkı, hoşunuza gidecek bir şey.

 

Kafes’te kimlerle çalıştın? Klibi de oldu şarkının, klipte kimler vardı, onları da bir analım.

Tabi ki analım. Kafes’in yönetmenliğini Duru Börü yaptı. Bir performans klibi olsun istedik. Bir otoparkta çektik klibi. Fotoğrafçı arkadaşlar geldi analog fotoğraflar çekmeye (Begüm Ars, Berat Örer, Musab Uyar, Umut Sokolovic). Yarım günlük bir klip sürecimiz oldu.

 

Şarkılarını yazma rutinin var mı? Her gün belli bir süre oturup düşünce akışını gözden geçirmek gibi. Ya da daha daha dürtüsel mi ilerliyorsun?

Benim %100 dürtüsel ilerliyor. Dinleyicilerimden çok özür diliyorum, ben galiba biraz tembelim bu konularda. Ama gelince de oturup yazıyorum. Başına oturup şöyle bir şey yapayım diye ilerlediğim şarkılar da oluyor ama çoğunluğu dürtüsel oluyor. Dürtü dediğim de şey, gaza geliyorum ve o beni masa başına oturtuyor. Melodi buluyorum sonra üstüne söz yazıyorum ve paket. (Gülüyoruz)

 

Bir şeyi merak ediyorum, şarkıların çok tutkulu şarkılar. Sen böyle biri misin yoksa daha chill bir insan mısın? 

Çok chill bir insan değilim bence. Yani bulunduğum ortama göre değişiyor ama genelde enerjik hareketli tutkulu biriyim. Zaten bu şarkıları yalandan yazabilmek bence mümkün değil. Onu taklit etmek çok yorucu olur. Bunun dezavantajı da bu aslında, o tutkuya sahip olmadığımda şarkı üretmek konusunda da sıkıntı yaşayabiliyorum. Bir sanatçının bu kadar da benzinle çalışmaması gerekiyor. Ama işte bunu kırmak için kendimi gaza getirecek şeyler bulmaya çalışıyorum.

 

 

Bir de Bana Bir Yolunu Bul’u konuşmak istiyorum. Az önce söylediğim şarkıları çok seviyorum ama o da inanılmaz güzel bir şarkı. Özellikle şu cam kırılma sesi falan çok hoşuma gidiyor. Bu şarkı nasıl ortaya çıktı, Rana Türkyılmaz’la nasıl bir araya geldiniz?

Öncelikle bu cam kırılma sesleri (gülüyoruz) ve genel anlamda bütün sesler için Kaan Arslan’a tekrardan teşekkür ederim. Bana Bir Yolunu Bul, benim en hızlı yazdığım şarkılardan biri. Bir günde bitti gibi hatırlıyorum. Rana’yla o şarkıyı buluşturma olayı da şöyle oldu, biz aynı yapım şirketindeydik ve bu şarkıdan önce de tanışıyorduk. Ben şarkıyı bitirdiğimde bunu tek başıma değil de iyi bir kadın sesiyle düet yaparsam şarkının enerjisinin yükseleceğini, mesajının da daha iyi geçeceğini hissettim. Rana’yla konuştum, onun da çok hoşuna gitti bu fikir. Bu şekilde yaptık.

Benim çok sevdiğim bir şarkı; çünkü farklı bir şarkı. Biraz prodüksiyon şarkısı. O söylediğin cam kırılma sesleri var, war drumlar (savaş davulları) var, altta çok duymadığımız ama şarkıyı yükselten başka sesler var, vokaller falan hep yüksek… Temelde bir isyan şarkısı. O isyanı da hem bu yüksek insan sesleriyle, hem de bahsettiğim savaş sesleriyle harmanlayıp vermeye çalıştık. Bayağı hissiyatlı oldu. En fazla dinlenen şarkım da o şu an. O yüzden benim için de özel bir yerde.

 

O şarkıdan bahsetmişken şunu sormak istiyorum, varoluşsal sancılar seni besleyen bir şey mi yoksa onlarla savaşırken üzerinden dökülenlerle, o yorulmuşlukla mı yazıyorsun?

Benim şarkılarıma baktığın zaman varoluşsal sancılarla alakalı bir tek Bana Bir Yolunu Bul’u görebilirsin. Onun dışındakiler biraz daha, ne kadar doğru bir tabir bilmiyorum ama, gevşek şarkılar aslında. Veya tutkulu da diyebilirsin. (Gülüyoruz) İlişki şarkıları yani. Bunun üzerine kurulan şarkılar. Hayatımda yaşadığım varoluşsal sancılar, cevap aramalar, stresler, benim hayattan beslendiğim ve ortaya çıkardığım şeyler genel olarak. Ama bunları spesifik olarak şarkılara yansıtmıyorum. Bunları kendi içinde yaşayan ve kendine çekmeye çekinen bir insanım. Yani çok fazla düşünmemeye çalışıyorum, hayatı akışına bırakmaya çalışıyorum çünkü onların içinde kaybolmak anksiyete yaratabiliyor. Dolayısıyla sağlığımı düşünmek için o tarafları biraz gözardı etmeye çalışıyorum.

 

 

 

“Sahnede cesur durmak gerekiyor…”

Senin de söylediğin gibi solo konserin oldu. Bu şarkıları canlı çalıp söylemek zor olmuyor mu? Özellikle vokaller zorlamıyor mu?

Zorluyor. (Gülüyoruz) Bu sorunun tek cevabı bu. (Gülüyoruz) Özellikle bazı şarkılar çok zor. Ölmek İstedim’in nakaratı, bir erkeğin söylemesi için çok zor. Ben provalarda söyleyemedim mesela. Konsere çok az bir zaman vardı ve ben çok tedirgindim, konserde nasıl yapacağız diye. Kendime biraz iyi baktım. Ses egzersizleriyle, pastillerle falan konseri çıkarttım ama zordu. Şarkılarım, performans isteyen şarkılar, pis şarkılar. Ama ben öyle bir kültürden geliyorum. Ben Axl Rose dinleyerek, Chris Cornell dinleyerek büyüdüm. Yaptığım janranın doğasında olan bir şey o gövde gösterisi. Sahnede sağlam durmak, cesur durmak gerekiyor. Ben de bunu yapabildiğim kadar yapmaya çalışıyorum. Yani evet benim için zor ama işin güzelliği o zoru başarmakta zaten.

 

Peki konserlere nasıl çıkıyorsunuz? Altyapı kullanıyor musunuz, hangi enstrümanlar var, anlatır mısın biraz?

Tabi. Ya öncelikle şunu söyleyeyim, sorularına bayıldım. Gerçekten bilinçli sorular, teşekkürler bunun için. Sorunun cevabına gelecek olursak, sahnede altyapı kullanıyoruz tabi ki. Çünkü prodüksiyon aşamasında elektronik olarak oluşturduğumuz veya kullandığımız çok ses olduğu olduğu için onları da sahnede sergilememiz ve seyirciye duyurmamız gerekiyor. Çok rock’n’ roll gelmiyor olabilir ama… (Gülüyoruz) Şu an biz altyapıyı destekleyici bir unsur olarak kullanıyoruz, aşırı ön planda değil ama yine de bizi canlı performansta tamamlayan bir unsur. Davul, bas gitar, elektrik gitar var. Ayrıca orkestra şefimiz Kaan Arslan hem gitar çalıyor hem gerektiğinde klavye çalıyor. Back vokaller var, onu da aynı zamanda orkestranın kendisi yapıyor. Bu şekilde toplam 6 kişiyiz.

 

Şimdi altyapıdan da konuştuk, şarkılarının prodüksiyonundan da konuştuk. Şeyi merak ettim, sen geçmişte, 60’larda 70’lerde mi müzik yapmak isterdin, yoksa şu an senin için daha mı iyi?

60-70 de çok eski, o dönemlerde yapmak istemezdim. Ama 80’lerin ortalarında yapmak isterdim. Çünkü o zamanlarda daha değerliydi bu müzik ve çok büyük kitleleri etkiliyordu. Devir değiştiriyordu yani. Şu an öyle bir durum yok maalesef. O yüzden o dönemde yapmak isterdim bu müziği. Ama tabi ki bu varsayımsal bir soru. Yani burada ben de ağlayıp dövünüp “Neden ben 40 sene önce yapmadım bu müziği?” demiyorum.  Şu an kendi tarzımla bu dönemin, bu dünyanın içinde var olmaya çalışıyorum.

 

Bir de Edis’le ilgili bir sorum var. O, bu ülkede inanılmaz dev prodüksiyonlu konserler verenlerden biri. Onunla, öyle bir ekiple çalışmak sana neler kattı? Düşünce biçimi açısından, aksiyon alma, dinamiği kontrol etme açısından…

 

Çok şey kattı. Edis de mükemmeliyetçi ve işini çok iyi yapmak isteyen biri ve bence çok da iyi yapıyor. Sahnede işleri nasıl yürütülebileceğimi gözlemleyebiliyorum bu sayede ben de. Network tarafında da bana çok şey kattı. İlk konserimde mesela Edis ekibinden tanıştığım arkadaşlarım bana ses konusunda, ışık konusunda, prodüksiyon konusunda çok yardımcı oldular. Orkestramız çok iyi, müzikal anlamda beni sürekli besleyen bir ekip. Büyük sahnelerde binlerce kişiye konser veriyoruz. Orada sahne hakimiyeti, seyirciyle iletişime dair şeyleri de deneyimliyorum. Böyle bir avantaja sahip olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Çünkü ben de çıkıp insanların önünde Harbiye’de şarkı söyledim mesela. Oradaki atmosferi hissedebilmek “Ben de bir gün burada tek başıma konser verebileceğim” diyebilmeni sağlıyor. Hayalini canlı olarak yaşamak gibi. Sanki gelecekten bir kare gösteriyorlar ve seni metaverse’le ışınlıyorlar oraya. %100 yaşayamıyorsun tabi çünkü senin konserin değil, kafana göre atlayıp zıplayamıyorsun. Ama oradaki olayı görüyorsun, bu işi neden yapmak istediğini orada hissediyorsun.

 

 

“Karanlıktan beslenmeyi çok severim…”

Müziğe, müziğine bakışını merak ediyorum. Şarkıların senin için estetik açıdan tatmin edici bir yaratı mı yoksa daha duyguların ön planda olduğu bir şey mi? İkisi de diyeceksin büyük ihtimalle ama yine de merak ediyorum. Çünkü estetik açıdan harikalar.

Öyle diyeceğim. (Gülüyoruz) Yani zaten onu yapmaya çalışıyorum, eğer dinleyenlere geçiyorsa çok mutlu olurum. İkisinden de feragat etmek istemiyorum çünkü benim müziğe bakış açım böyle. Müziği oluşturan temel olarak iki element var, senin de söylediğin gibi şarkının duygusu ve teknik olarak oluşturulma biçimi. Ben duyguyu kaybetmekten korkarım çünkü o zaman şarkılarımdaki tutkuyu da kaybetmeye başlarım. Diğer taraftan estetik açıdan da gerçekten çok iyi olması gerekiyor. Çünkü benim müzik yapma amacım “Bunlar benim duygularım bunlar, alın dinleyin.” değil. Burada bir şeyler göstermek ve başarabilirsem değiştirmek de istiyorum aslında. Bu yüzden kalite olarak da çok iyi olması gerekiyor. Bu, şu ana kadar yaptığım müzikler çok iyi demek değil tabi. Ama benim bu şarkılara bu kadar emek vermemin sebebi onları belli bir standardın üzerine çıkartmak ve bu ülkede de böyle soundların böyle şarkıların yapılabileceğini gösterebilmek. Bu yüzden hem duygudan hem de estetik duruştan feragat etmemeye çalışıyorum.

 

Umarım bütün işlerin çok güzel ve yolunda gider ve David Bowie gibi bir ikon olursun. (Egemen gülüyor ama ben bu konuda çok ciddiyim) Estetiğe önem vermen gerçekten çok hoşuma gidiyor çünkü sanatta önemli bu. Şarkıların hep karanlık tutkulu ve ateş gibi bir acı var. Ve her şeyin bu çerçevenin içinde olması çok güzel. 

Benim hislerim genelde yoğun olduğu için, müziğime de bu şekilde yansıyor. Müzik dinlemek de beni çok etkiliyor, zaman geçirmek veya basitçe keyif almanın dışında, sevdiğim sanatçıları dinlerken çok yoğun hissediyorum, o şarkıları fazla yaşıyorum. Bu hissiyatı koruyup müziğime dökebildiğimde de ortaya kendimi ve hislerimi daha doğru ifade edebildiğim şarkılar çıkmış oluyor. Bir de o bahsettiğin acıyı sadece hüzünle değil de bazen onunla dalga geçerek enerjik, ateşli bambaşka şekillerde ifade etmeyi seviyorum. Hisler, duygular çok kişisel ve değişkendir. Bu yüzden onları bir hamur gibi şekillendirmek hoşuma gidiyor.

 

Peki ilham demişken, müziğini etkileyen, müziğe bakışını etkileyen gruplar sanatçılar var mı? 

Müziğimi etkileyen çok sanatçı var çünkü herkes gibi bu zamana kadar hep dinlediklerimle, okuduklarımla, izlediklerimle beslendim ve benim şarkılarım tabi ki onların bir tezahürüydü. Dolayısıyla benim “tükettiğim” şeylerden etkilenmemem ve onların işlerime yansımaması mümkün değil. Sadece, daha öne çıkan sanatçılar var. Mesela Guns ’n’ Roses benim içim çok önemli, o dönem için devrim niteliğinde müzik yapan bir grup. İlk albümleri gibi bir albüm yok. Rammstein’ı kesinlikle söyleyebilirim. Hem müzikal, hem lirikal, hem görsel, hem de şarkılarını hikayeleştirme ve bunu dinleyiciye iletme ve hissettirme konusunda benim için yeri değişmez bir grup. Ben de karanlıktan beslenmeyi çok severim ve çoğu zaman onu yapmaya çalışırım. Müzik olarak benzediğini söyleyemeyiz ama sanat açısından çok etkileniyorum.

 

Sanat olarak etkilendiklerini söyler misin? Tam olarak onu merak ediyorum aslında.

Chris Cornell’i çok seviyorum. Onun bütün projelerini çok severim. Dediğim gibi Rammstein’ı çok severim. Çok sert ve anlamlı bir müzik yapıyorlar. Ve aynı zamanda çok bütünleşik. Arctic Monkeys severim, Falling In Reverse severim, Avenged Sevenfold severim, Nothing But Thieves severim, Queen severim. Daha alt kültürden sanatçılar da var. Des Rocs, Tigercub çok severim, Royal Blood da seviyorum. Şu an saygı duyulası ve dinlenesi çok müzik var gerçekten. Ama genelde beni daha çok etkileyenler daha küçük yaşlarda tanıştığım gruplar oluyor. Çünkü şu an ister istemez biraz daha teknik bakıyorum. Müziği dinleyici olarak tüketmekle üretici olarak tüketmek arasında bir fark var maalesef. Maalesef diyorum çünkü bu biraz müzikten zevk almayı engelleyebiliyor. Dolayısıyla benim küçükken ilk rock müziği dinlediğimdeki hissiyatımla şu an herhangi bir grubu dinlediğimdeki hissiyatım bir değil.

 

 

“Dark şarkılar da gelecek…”

Albüm kültürü hakkında ne düşünüyorsun? Sence şu an albüm yapmak mantıklı mı yoksa artık romantize edilmiş bir şey mi oldu?

Albüm yapmak bir yerden sonra mantıklı bence. Şimdi bu iş, bir de “iş” aynı zamanda. İnsanlar buradan para kazanıyor. Ben bunu sadece tutkulu olduğum için yapmıyorum. Bu benim mesleğim olsun istediğim için yapıyorum. Dolayısıyla mantıklı olan bazı şeyler var. Albüm kültürü çok güzel ama şu an verdiğin emeğin karşılığını alamadığın bir şey. Özellikle yeni yeni tanınan sanatçılar için. Belli bir kitlen vardır, belli bir bilinirliğe ulaşmışsındır, o zaman albüm çıkartırsın tabi ki. Dolayısıyla biraz da stratejik davranmak gerekiyor şu anki endüstride. Romantize mi? Biraz. O da bize eskiyi hatırlattığı için olabilir. Ve bir konsept albümün verdiği hissiyatla single’ların verdiği hissiyat aynı olamaz hiçbir zaman. Ama işte bir yandan da dünya gerçekleri var. Bu işi sadece sen yapmıyorsun, birlikte çalıştığın bir ekip var. Onları da düşünmen gerekiyor. O nedene bence mantıklı olan ve benim yapacağım şey, belli bir dinleyici sayısına ulaştıktan sonra albüm yapmak.

 

Peki yakınlarda konserin olacak mı?

Konserler olacak tabi ki. Önümüzdeki ilk konser Eylül gibi olacak büyük ihtimalle.

 

Peki Egemen, dinleyicilerini neler bekliyor?

Bence şaşıracakları şeyler var. Esas soundumuz belli artık, ben onu koruyacağım, o şekilde enerjik ve yüksek prodüksiyonlu şarkılar da gelecek. Ama farklı şarkılar da geliyor. Biraz daha dark şarkılar da gelecek. Düetler var. Daha üretken ve daha aktif birini beklesinler önümüzdeki zamanlar için. Daha sık şarkılar çıkartmayı planlıyorum, elimizde de şarkılar var. Dolayısıyla biraz daha sık görüşeceğiz bundan sonra.

 

Son zamanlarda kimleri dinliyorsun?

Fallout Boys’un Gorillaz’ın yeni albümünü dinledim. Bad Omens var bu aralar çok dinlediğim. Benim tarzımda müzik yapanları dinlemeye çalışıyorum. Biraz da iş gibi yani. O bahsettiğim isimleri dinliyorum genelde. Fallin’ In Reverse çok dinliyorum, The Haunting, Slipknot çok dinliyorum. Ama onlar yeni keşfettiklerim değil. Onlar sürekli dönüyor zaten, araya yeni isimler geliyor. Bring Me The Horizon’ı da çok seviyorum. Onlar gibi biraz daha endüstriyel rock 1-2 şarkı yapma planım da var. Ama bunlar hep düşünce şu an.

 

 

Dinlediğinde çok etkilendiğin ilk müzisyeni hatırlıyor musun?

Linkin Park. Beni çok etkilemişti.

Ben küçükken çok müzik dinliyordum. İnternetten oyun oynarken müzik indiriyordum, Eminem falan dinliyordum o zamanlar. Nedense arada Linkin Park da indirmişim. O zaman Number 1 vardı, MTV vardı belki de oradan biliyordum. Tam hatırlamıyorum ama bir şekilde çok etkilenmiştim ve sonra Linkin Park’ın tüm şarkılarını dinlemeye başladım. O kırılmamı da orada yaşadım zaten. O yüzden bende özel bir yeri vardır Linkin Park’ın. Şimdi çok da boomer gibi duyulmak istemem ama… (Gülüyoruz) Beni müzikal olarak çok etkilemişti.

 

Filmi sorsam? 

101 Dalmaçyalı herhalde, ilk izlediğim filmdi. (Gülüyoruz) Ben süper kahraman filmlerine, fiction şeylere bayılırım. Yüzüklerin Efendisi diyebilirim sanırım. Benim sanat filmi kültürüm yok, dolayısıyla burada çok cool cevaplar veremeyeceğım maalesef. Bir de çok güzel filmler izleyip o an çok etkilenip sonra filmi unutuyorum.

 

İzleyici olarak unutamadığın bir konser var mı?

Rammstein’ın İstanbul konseri. Onun üstüne çıkabilecek bir şey olduğunu sanmıyorum. Hayatımda geçirdiğim en iyi 1-1,5 saat olabilir.

 

Benim sorularım burada bitiyor. Senin son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?

Aslında bayağı bir şey anlattım. Müziği çok severek, keyif alarak ve gerçekten hissederek yapıyorum. Umarım insanlara da bu şekilde yansıtabiliyorumdur. Bana bu fırsatı verdiğin için de sana teşekkür ederim. Çok keyifli bir röportajdı.

 

Ben teşekkür ederim cevapların için. Bence de çok keyifliydi. Yeni işlerinde görüşmek üzere diyorum o zaman. 

Son olarak siz de yeni şarkılardan ve konserlerden haberdar olmak isterseniz Egemen Akkol’u Instagram ve Twitter’dan takip edebilirsiniz!

 

Bu içerik size ne hissettirdi?
ehehe
0
ilginç
0
kalp <3
2
karasızım
0
olamaz!
0
üzücü
0