Bunu okuyorsunuz:
“Dağılır Bulutlar Elbet” Gülümse ile Bertuğ Cemil | Röportaj #57

“Dağılır Bulutlar Elbet” Gülümse ile Bertuğ Cemil | Röportaj #57

Bertuğ Cemil

16 yıldır her yağmur yağdığında bir refleks gibi mırıldanmaya başladığımız Yağmur şarkısıyla birçok insanın anılarına iz bırakmış bir sanatçı Bertuğ Cemil. Biz de 14 Ekim’de yayınlanan Gülümse’yi fırsat bildik ve sorularımızı kendisine yönelttik.

Bertuğ Cemil ile son teklisi Gülümse’den başlayıp ilk albümüne kadar uzandığımız bu yolculukta çok samimi cevaplar aldık. Kendi müzikal yolculuğundan, bir müzisyen olarak Londra’daki hayatından ve başka birçok konudan bahsettiğimiz bu röportajı keyifle okuyacağınızı düşünüyor, sözü fazla uzatmadan sizleri röportajımızla baş başa bırakıyoruz.

 

Hoş geldiniz, nasılsınız?

İyiyim, keyifliyim. Çünkü yeni şarkım Gülümse yayınlandı. Bunun için biraz beklememiz gerekti. Normalde 3-4 ayda bir yeni şarkı yayınlayıp 2 yıl sonra bunları bir plakta toplamak gibi bir planım var. Ama Gülümse biraz uzun sürdü. Klip biraz uzun sürdü. Araya başka şeyler girdi. Bazen olur ya hani bazı şeyler bir türlü yoluna girmez gibi olur ama sonunda sonuçlanır. Gülümse de biraz öyle bir süreç oldu. O yüzden keyifliyim. Sonraki şarkım hazır, bunu bilmek de beni rahatlatan bir faktör. Bir de pandemi sonrası malum piyasalar bir türlü kendine gelemiyor, aktiviteler eski yoğunlukta yapılamıyordu. O biraz aşılıyor burada, Londra’da. Grubum Sustain’le beraber daha aktifiz. Düzenli olarak çalışıyoruz. Tabi bir müzisyen için en güzel şey işini yapabiliyor olmak. Yani muhakkak herkes için de öyledir ama bizler çalmadığımız zaman biz biraz sıkıntı yaşıyoruz. Çünkü o, hem iş hem de hobi bizim için.

Hala çalarken eğlenebiliyor musunuz?

Kesinlikle. Eğlenmeden çalınmaz zaten. Tabi tekrara düştüğünüzde sahnede birazcık o eğlenceden çıkıyorsunuz. Bu da sahnede uzun yıllar geçirince olabilen bir şey zaten. Bir de ben biraz ciddiye alırım işimi. Sesler iyi olsun, iyi müzik sunalım, hatalar olabilir ama konsantre olalım ve sahnede var olduğumuzu seyirciye hissettirelim isterim. Dolayısıyla bunları ön plana koyduğum zaman eğlence faktörü biraz düşebiliyor benim için. Ama genel olarak eğlence bizim işimizin en büyük parçası.

 

 

 

Gülümse’den biraz konuşmak istiyorum. çok yakın bir zamanda yayınlandı ve dinleyenin içini umutla dolduran bir şarkı. Şarkının yaratım sürecini merak ediyorum, biraz bundan bahseder misiniz?

Gülümse’nin ana teması, sözlerin ve müziğin bir kısmı buraya taşınmadan önce Türkiye’de çıkmıştı. Ve kendime yazdığım bir şarkıydı aslında. Buraya taşınmadan önce genel bir tıkanıklık yaşıyordum Türkiye’deyken. Olayların gelişme şekli ve kariyerimin geldiği yerden mutlu değildim. Öyle olunca da yeni şarkı üretmek için motive olmakta biraz zorlanıyorsunuz.

Ben eskizler yaparım ve kenara koyarım. Gülümse de onlardan biriydi. Ve şu an Türkiye’nin  ( Aslında bütün dünyanın da öyle ama, şarkı Türkçe olduğu için Türkçe bilen insanlara hitap edecek) böyle bir şarkıya ihtiyacı olduğunu düşündüm. Aynaya bakıp, kendim için yazdığım şarkıyı genele uyacak şekilde revize ettim. Türkiye’de umutsuzluk içinde olan insanlara minicik de olsa bir katkıda bulunabilirsem ne mutlu bana diye düşündüm. Ve şarkı bu şekilde gelişti.

Birazcık da Türkiye’de yaşayan, ya da Türkiye’den uzakta da olsa kalbi Türkiye’de atmakta olan herkes nasıl bir mod içindedir acaba diye düşündüm. E tabi böyle durumlarda ne yapmak lazım, değiştirmek için çabalamak lazım. Birazcık da o yüzden o mesajın altını çizdim. Çünkü herkes birilerinden bir şeyler bekliyor. İktidardan bekleyenler var, muhalefetten bekleyenler var, medyadan bekleyenler var, gazetecilerden veya hukukçulardan bekleyenler var. Ama toplumun da değiştirmeyi istemesi lazım. Biraz da bunu hatırlatmak istedim.

Şarkının yazılması ve yayınlandığı hale gelmesinin arasından zaman geçmiş. Şarkıyı revize edince bir şeyler değişti mi yoksa tekrar o moda girebildiniz mi?

Hayır hiçbir şey değişmedi, sadece şarkıyı kime söylediğim değişti. Modu aynıydı. Bunları kendime söylüyordum, kendimden çıkarak insanlara iletmeye karar verdim. Belki akor geçişlerinde birazcık değişim olmuştur, düzenlemesinde değişiklik olmuştur ama o kadar. Ruhu, özü aynı kaldı.

Şarkının klibi de çok tatlı. Bu clown-ish konsepti tercih etmenizin sebebi nedir?

Bence de öyle, çok teşekkürler. Konsept tamamen İpek Erdem’in fikri. Zaten senaryoyu o yazdı, yönetmenliğini de o yaptı. Ayrıca klipte de yer aldı. Şimdi şarkı zaten net bir mesaj veriyor. Hatta birkaç mesaj ama aynı minvalde. Sözlerin altını çizecek bir klibin çok didaktik olacağını düşündük. Bir de Türkiye’de kimsenin şu an bir tavsiye dinleyecek hali yok. Hem genel bir problem var hem de herkesin kendi hayatında yaşadığı problemler var. Dolayısıyla insanlara “Bak canım şöyle olacak, böyle gülümseyeceksin.” der gibi bir moda girseydik dayak yiyebilirdik diye düşündük. Ayrıca zaten yakışmazdı. Daha sanatsal, derdini birazcık daha dolaylı yoldan anlatan bir klip hayal ettik. Ben İpek’e çok müdahale etmedim açıkçası o zaten kendi işi gibi sahiplendi klibi. Acayip kafa yordu. Zaten zamanın büyük kısmı neyi nasıl yapacağımızı düşünmeye gitti. Çünkü ben Londra’dayım, onlar İstanbul’da.

Sonunda İpek’in aklına palyaçovari ( clownesque ) anlatım geldi. Fikir tamamdı ama hayata nasıl geçireceğimizi netleştirememiştik. İpek, Antalya’da bir clown workshop’u buldu ve ona gitti. Orada da klipte gördüğünüz ekiple tanıştı. Onlara fikrini söylemiş, benim şarkımı dinletmiş ve nasıl bir klip hayal ettiğini onlara anlatmış. Onlar da kesinlikle biz de olmalıyız demiş. Başlangıçta şöyle hayal etmiştik : Kamera İpek’i görüyor. Uyanıyor, çıkıyor, şehirde geziyor, birtakım hayal kırıklıkları oluyor vb. gelişecekti senaryo  ama ekipçe  bir odanın içerisinde minik bir dünya kurarak anlattılar şarkının derdini. Benim de çok içime sinen bir iş oldu. Enerjisi insanlara direkt olarak geçti. Yazılan yorumlara bakıyorum gerçekten çok güzel. Bu arada sevgili İpek’e ve ekipteki herkese buradan tekrar teşekkür ediyorum.

 

 

 

Bir konuda fikrinizi merak ediyorum. Sözlerde de geçiyor “Bu devran böyle gitmez dağılır bulutlar elbet.” diye. Sizce bulutlar dağılana kadar o yerde, o şartlarda beklenmeli mi? Yoksa kendini korumak için bulutsuz bir yer arayışına mı geçmeli?

Herkes elinden geleni yapmalı bence. Yani eğer durumu değiştirmek için mücadele edebiliyorsanız elinizden geleni yapmanız lazım. Ben ne yapabilirim mesela, bir mesajım varsa eğer onu şarkımla iletmeye çalışırım. 5 yıl önce de kendimce daha bulutsuz olan bir yere geldim mesela. Velhasıl tek bir cevabı yok bu sorunun. Duruma göre değişebilir. Mesela oğlumda ADHD var ve eğitimi bizim için büyük problemdi, özel okula gitmesine rağmen. Dolayısıyla başka bir çözüm yaratmamız gerekti. Buraya gelirken  bütün düzenimizi değiştirdik, ama insan evladı için her şeyi göze alıyor tabi. Oğlumun eğitim hayatı daha bulutsuz burada. O açıdan iyi ki gelmişiz.

Aklım da memlekette kalıyor elbette. Orada olsam mesela canlı çalardım bunları. Küçük konserler için buradan gelmek de zor oluyor, daha büyük konserlerin olması lazım malum, masraflı bir şey. O büyük konserleri bekliyorum ben de. İlk albümden sonra görünürlüğüm azaldı, o görünürlüğü tekrar sağlayabilirsem Türkiye’ye konsere gelmek istiyorum.  Dün bir arkadaşıma söyledim, “Şart mı ?” dedi bana. Hiçbir şey şart değil ama özlüyorum. Umarım olur.

Soruya geri dönecek olursam bence bulutlar dağılır, sonra yeniden toplanır. Hayat böyle. İnsanlık bir sürü zor dönemlerden geçerek geldi bugünlere, dünya savaşları, pandemiler, hastalıklar, felaketler… Şu an dünyada yönetenler pandemi sonrasında cebini doldurma ve gücünü perçinleme peşinde. Dolayısıyla insanlar kimsenin umurunda değil gibi bir görüntü çıkıyor ortaya. Emekçiler, çalışamayanlar, handikaplı insanlar göz ardı edilmiş durumda. Burada da öyle bu arada. Çok büyük sallantılar var politik açıdan. Şöyle toparlayayım, bulutlar dağılır elbet. Bence kendiliğinden dağılmaz ama bazen şartlar değişir öyle dağılır. Bazen biz zorlarız, biz değiştiririz şartları öyle dağılır. Nasıl olursa olsun bulutlar dağılana kadar hayatta ve ayakta kalmamız gerekiyor. Akıl sağlığımızı korumamız gerekiyor. Sağlıklı kalmamız gerekiyor. Çok zor biliyorum, ama bunun da umut olmadan olmayacağını biliyorum. İnsan umudu her yerde  bulur. Çölde de olsa bir vaha bulur, bir şeyle umudu tazeler diye düşünüyorum. Bunu hatırlatmak istedim insanlara şarkıyla.

Su Soley’le çok tatlı bir şarkınız var, Let Love Grow. Şarkı nasıl ortaya çıktı? Nasıl bir araya geldiniz?

Let Love Grow, Zor Dünya’nın İngilizce versiyonu aynı zamanda. Eşimin favorilerinde biriydi Zor Dünya. O da Türkiye’deyken yazılmaya başlanıp burada bitmiş şarkılardan biri. Ben sonraki şarkıya çalışırken bu şarkının modunun, atmosferinin, armonisinin İngilizce’ye çok müsait olduğunu fark ettim ve oturdum İngilizce sözler yazdım.

Daha sonra tabi ki eşimin filtresinden geçti çünkü İngilizce konusunda usta olan o. British School’da okumuş, üniversiteyi burada İngiltere’de okumuş. Anadili gibi konuşuyor. Ben de fena değilim ama eşim bayağı maestro İngilizce konusunda. Onun da birkaç düzeltmesiyle şarkı son haline geldi ve bunu yapımcım Mustafa Karahan’a ilettim. Çok güzel olmuş ellerine sağlık, dedi. Bu arada bitmişti yani İngilizce halini kaydettik ve bitti. Sonra dedi ki : “Bu şarkıyı düet yapmayı düşünür müsün ?”. Dedim, “Elbette düşünürüm”. “Peki, “Su hanımla yapmayı düşünür müsün ?” dedi. Su Soley de o dönem bizim şirketteydi, kendi şarkılarını yayınlıyordu Meypom’dan. Dedim “Düşünmem, bayılırım”. Çünkü kişiliği düzgün, sesi düzgün, müzisyen, iyi karakterli bir insan. Bir kere karşılaştık ve yüz yüze tanışmamız telefonla ve online tanışmamızdan çok sonra oldu. Çok da iyi anlaştık, kafalarımız çok uydu. Su da çok beğendi bu fikri ve giriştik şarkıya.

Su Soley teknik konulara da hakim. O kendi evinde söyledi, biz ise sevgili dostum Reha Omayer ( Benim bütün ses işlerimi o yapıyor. Mixler, masteringler, kayıtlar… Bazen gerektiğinde bas çalıyor, gitar çalıyor, klavye çalıyor şarkılarıma. Çok yönlü, çok yetenekli bir müzik insanı ) ile beraber vokallerin üstünden geçtik ve Su’dan 1-2 rötuş istedik. O da o rötuşları yaptı, geri vokaller yaptı, renklendirdi şarkıyı. Ben şarkıyı tek başıma söylediğimde güzeldi, dinleniyordu. Ama Su Soley’in vokalleri ve ses rengi şarkıyı açtı, çok güzel oldu. Sonuçta ikimiz için de keyifli bir çalışma olduğunu düşünüyorum. İlerisi için de her zaman kafamın bir köşesinde Su Soley olacaktır. Ona da burada selam olsun.

Peki İngilizce şarkılar yapmaya devam edecek misiniz?

Evet. Sıfırdan İngilizce yazmayı düşündüğüm bir şarkı var. “Düşündüğüm bir şarkı var.” saçma tınlıyor farkındayım ama kendi geldi bana, melodisiyle iki kuple sözüyle İngilizce olarak geldi. Dolayısıyla onu yapacağım sıfırdan İngilizce. Ama Let Love Grow gibi İngilizce’ye uygun olan başka şarkılarım da var, yayınlanmaya hazır olan. Onlara da kesinlikle İngilizce versiyonlar düşüneceğim.

Biraz bahsettiniz gerçi röportajın başında ama albüm yapma planınız var mı?

Evet var. Albüm yapmak her zaman en güzeli tabi ki. Geride karakterinizden, müzikal kimliğinizden bir öbek bırakmış oluyorsunuz. Ama bugünün şartlarında bir albümü yapmak, yayınlamak hem zor hem de öyle olunca bazı şarkılar yeterli ilgiyi görmüyor. Ben de hem bu zorluğu yaymak, yani hem masrafı yaymak hem de her şarkıya klip imkanı vermek istiyorum. Dolayısıyla her 3-4 ayda bir şarkılar yayınlayarak 2 yıl içerisinde bunları bir plakta toplamak istiyorum. İlgi gördüğü sürece de bunu çoğaltmak istiyorum. Tabi ki dijitalde de bir albüm olarak toplanacak ve muhtemelen 1-2 yayınlanmamış şarkı da olacak. Bonus trackler de ekleyip eski şarkıları bir araya toplayıp bir rahat nefes almak istiyorum.

 

 

Siz de söylediniz aynı şarkı diye Zor Dünya, Let Love Grow, Gülümse hep pozitif vibelı şarkılar. Genelde şarkı yazarları hüzünden beslenip hüznü aktarmayı tercih ediyorlar. Siz bilerek mi pozitif tarafta kalmaya çalışıyorsunuz yoksa içinizden bu şekilde geldiği için mi böyle çıkıyor?

Aslında önceki albümlerime de bakarsak, bu benim yelpazemin sadece bir rengi. Yani sürekli umut ve pozitif mesaj vermek gibi bir kaygım yok hayatta. Tamam pozitiflik de lazım ama hayat sadece bundan ibaret değil. Ben de hüzünden çok beslenirim mesela. Blues’cuyum ben. Ama işte o hüznü farklı şekillerde yansıtıyorum. Bazen Anadolu damarım tutuyor, hüznü Yandım Yandım Yandım gibi veya Kaygı gibi arabeske bile kaçabilecek şekilde yansıtıyorum. Bazen de Blues’cu gibi yansıtıyorum yani “ben üzülüyorum ama siz üzülmeyin” der gibi. Önümüzdeki şarkılarda da bu böyle olacak.

Şimdi bu biraz üst üste geldi biliyorum, çünkü ihtiyaç oydu. Şu anda paletin o kısmından boyamak gerekti resmi, ama diğer renkler de geliyor. Mesela bir sonraki şarkı bir aşksızlık şarkısı, ondan sonraki kaçış şarkısı, ondan sonraki de çatır kütür bir eleştirel bir şarkı. Bunları bir plakta toplayacaksak hepsinin tek renk olmaması gerekir. Ben de o yöne doğru gitmeyi düşünüyorum. Biraz o ruh halinden, biraz bu ruh halinden…

Londra’da sahne alıyorsunuz. Gig’lerinize Türkçe bilmeyen insanlar geliyor mu?

Geliyor. Zaten ağırlıklı olarak İngilizce çalıyorduk. Benim grubun Sustain, bir Funk grubu. Bayağı klasiklerden girip (James Brown’lardan Tower of Power’lardan) Prince’e kadar götürüyorduk. Ne çalıyorsak onu funky yapıyorduk.

Bu yıl ağustostan beri ayda 3 cuma çaldığımız bir mekan var, ismi The Blue Legume. Orada yine Funk çalarak başladık ama orası Türk insanların sık geldiği bir yer. Aylık event’ler de yapılan bir mekan. Türk dinleyici de geldiği için programın yarısını Türkçe’ye çevirdik. Fakat işin enteresan yanı, Türk olmayan dinleyici de Türkçe müzikten büyük keyif alıyor. Ben de onların keyif almasından keyif alıyorum, çok güzel dinliyorlar çünkü. Onlara tamamen değişik geliyor -sonuçta dil farklı, şarkıların modları farklı, kullandığımız melodiler armoniler farklı, dolayısıyla büyük dikkatle dinliyorlar. Ben bunu daha önce zaten görmüştüm. İlk geldiğim zaman Clapton diye bir semtte çalıyordum. Orada Türkçe geceleri yapıyorduk. Müşterinin ağırlığı Türk olmayan insanlar oluyordu ve çok keyif alıyorlardı. Dolayısıyla elimiz kesinlikle korkak değil. Gönül rahatlığıyla Türkçe çalıyoruz ve severek dinliyorlar.

Türkçe kendi şarkılarınızı mı çalıyorsunuz yoksa cover mı yapıyorsunuz?

Karışık ama kendi şarkılarım azınlıkta. Gecede 2-3 tane çalıyoruz. Gerisini babalardan çalıyoruz. MFÖ çalıyoruz, türkü yorumluyoruz, Cem Karaca, Barış Manço çalıyoruz.

 

 

 

 

Konuşma imkanınız oluyor mu gelenlerle bilmiyorum ama özellikle sizin şarkılarınızla ilgili ne düşünüyorlar? Sözlerin anlamlarını merak ediyorlar mı?

Şarkıların içeriğine dair çok diyaloğumuz olmadı açıkçası. Ama beğendiklerini söylüyorlar. Bizim davulcumuz Daniel, İngiliz. Ona öğrettik şarkıları, o çok keyif aldı. Şarkının ismi nedir, duygusu nedir, ne anlatıyor, ona her şeyi anlattım. Mesela Cemalım çalıyoruz, türkünün hikayesini anlattım ilgiyle dinledi. O, dindar bir çocuk, müzik okuyor ama ileride rahip olmayı düşünüyor. Bazen sözlerden iki inanç arasındaki paralellikleri buluyoruz vs. Çok enteresan diyaloglarımız oldu Daniel’la.

Esas merak ettiğim Karanlık Sevdaydı aslında. Onu çalıyor musunuz peki?

Karanlık Sevda’yı çalmıyoruz burada ya. İyi fikir aslında, çalmak lazım. Aslında yeni yayınlanan şarkıların hepsini çalmak lazım. İlk geldiğimde Bertuğ Cemil konserleri yapmıştık, sonra araya pandemi girdi, ondan sonra da olmadı. Daha büyük bir mekanda öyle bir konser yaparsak yeni parçaları çalarız. Karanlık Sevda da onlardan biri.

Çalıyor olsaydınız şeyi soracaktım, daha etnik rock bir şarkı olduğu için dinleyicilerinizin dikkatini çekiyor mu, yoksa farklı geldiği için çok ilgi göstermiyorlar mı?

Çalarsak kesinlikle dikkat çekecektir. Çünkü o etnik haller burada kesinlikle ilgi çekiyor, çok şahit oldum. Sadece biz çalarken de değil. Burada Jazz Cafe diye bir mekan var oraya Babazula, Gaye Su Akyol gibi isimler geliyor ve salonlar doluyor. İnsanlar seviyor o kafaları. Dolayısıyla Karanlık Sevda kesinlikle çalınmalı katılıyorum.

Karanlık Sevda diğerlerinden farklı biraz, oriental elementler var mesela. Siz kimlerden veya nelerden ilham aldınız bu şarkıda?

Karanlık Sevda’yı bayağı bir gençken yazmıştım. Herhalde bundan 22-23 yıl önce yazmıştım, 20’li yaşlarımın ortasında. Hatırladığım kadarıyla içine kapanık olduğum bir dönemdi. Sadece çalmaca olduğu zamanlarda Taksim’e gidip döndüğüm, pek kimseyle görüşmediğim, kendime kapandığım, evde okuduğum bir dönemdi. O dönem ne okuduğumu, Karanlık Sevda için nelerden etkilendiğimi spesifik olarak söyleyemeyeceğim çünkü üstünden çok zaman geçti. Ama ev arkadaşımla Rumi üzerine konuştuğumuzu hatırlıyorum. Hep sevmişimdir, o dönem de mutlaka Küçük İskender okuyorumdur. Murathan Mungan’ı mutlaka okuyorumdur. Boris Vian da okuyor olabilirim.

Neden o sufi havaya girdim… O dönem muhtemelen varoluşsal sorgulamalar ayyuka çıkmıştır. Ve bunu da olumsuz bir aşksal vaziyet tetiklemiştir. Çünkü benim uzun yıllar boyunca o konuda yola girememe, bir türlü aşkı bulamama, bulduğum zaman da çok çabuk kaybetme durumlarım vardı. İnsanlara bakardım uzun süren ilişkileri olurdu. Benim için öyle gelişmedi olaylar uzun süre, belki o durumu sorguluyordum. Çünkü şarkı inançtan, tanrıdan, varoluştan başlayıp “Sendin ey asil kadın…” diye bağlanıyor. Şarkının modunu benim o dönemki bu halim ortaya çıkarmıştır diye düşünüyorum.

İlk albümünüzün üstünden 16 yıl geçmiş. Bir öz değerlendirme yapmanızı istesem… Sizce şarkı yazımınızda neler değişti?

Güzel bir soru. Benim ilk albümü yapma sürecim biraz uzun oldu. Çünkü ilk albümün çıkması “Albüm yapsam mı acaba?” dememden yaklaşık 10 yıl sonraya denk geldi. Dolayısıyla ilk albümdeki şarkılarım benimle uzun bir süre seyahat ettiler. Orada ilk gençlik şarkılarım var. 18-20 yaşında yazılmış 25 yaşında yazılmış şarkılar var. Onlar o yıllar içerisinde olgunlaşarak geldiler. Daha sonra yayınladığım şarkılarım benimle o kadar fazla seyahat etmediler. Yine ikinci albümde de ilk albümdekiler gibi eski dönemde yazılmış şarkılar var.

Tabi benim yaşım ilerledi, hayata bakışım biraz değişti. Daha genç yaşlarımda daha derinlerde dolaşıyordum, her şeyi sorguluyordum. Yıllar içinde bazen biraz yüzeye geldim bazen tekrar derine dalmaya çalıştım. Şarkıların seyahatinin de benim seyahatime paralel geliştiğini düşünüyorum. Örneğin daha fazla funk ya da daha groovy şeyler yansıtmaya çalıştım yıllar içerisinde. Çünkü hayatıma en geç girip beni en çok etkileyen müzik tarzı oldu funk. En başlarda pop dinliyordum. Poptan rocka, rocktan bluesa, bluestan da funka geldim. Dolayısıyla bunlar daha fazla yansımaya başladı. Özellikle ilk iki albümümde biraz daha rock penceresinden bakıyordum. Üçüncü albümde bu biraz değişti. Ben de yaş alıyorum. Değişiyorum, birikiyorum, başka şeyler söylemek istiyorum, başka şekilde söylemek istiyorum. Şarkıların yazımı da ona göre değişiyor.

 

 

 

İlk albümünüze gitmişken Yağmur’u sormazsam olmaz. Albümde öne çıkacak parçanın o olacağını o zamanlar düşünüyor muydunuz?

15 şarkı kaydettik o albüm için, Yağmur az daha repertuara girmiyordu. Nasıl değişiyor değil mi insanların bakış açısı? Diğer şarkılara göre biraz batı formunda kalıyordu. Yağmur’un yerine daha doğuya doğru bi şarkı mı diye çok düşündüm. Yakın çevremden çok büyük baskı yedim. O şarkıyı albüme koymazsan konuşmam seninle, diyenler oldu. (Gülüyoruz) Tamam dedim hepsi benim şarkım sonuçta, koyarız. Yani şarkının iyi olduğunu biliyorduk ama en başta öyle bir düşüncemiz yoktu. Ben nereden ölçmüştüm de biliyordum bunu?  Etrafımdan ölçüyordum. Büyük çoğunluğun bayıldığı bir şarkıydı.  Ben de severek çalıp söyledim her zaman.

Albüme girdikten sonra da ilk çıkışı Ben Hiç Sevemem’le yaptık. İlk sayfayı hareketli, vurucu ve mesajı sert bir şeyle açmak istedik. Daha sonra Kaygı ön plana çıktı. Kaygı, benim ilk bestelerimden, 16 yaş naifliği taşıyor. Mesajı çok net, enstrümantal kısımları çok etkili. Bir de Kıraç’tan da destek gördüm o şarkıda. Kıraç’ın en sevdiği şarkıydı albümde. Prodüktörümüz de onay verince klibini çektik. İlk iki şarkıdan tam istediğimiz randımanı alamadık. İyi çıktık, kendimizi duyurduk ama bir patlama olmadı. Öyle olunca üçüncü klipte tamamen ters köşe bir şey yapalım dedik. Yağmur o şarkılardan çok farklıydı, o yüzden üçüncü klip Yağmur oldu. En etkilisi de o oldu. İyi de oldu,  buzu kırmış olduk Yağmur’la.

Yağmur yıllar sonra bile herkesin dilinde. Bu kadar etkileyici bir şarkı yapmış olmak size nasıl hissettiriyor?

Müthiş bir duygu. Yağmur’u yazarken bugünlerde Zor Dünya’yla Gülümse’yle yapmaya çalıştığım şeylerin bir benzerini yapmaya çalışmıştım aslında. Şarkı 2002’de yazıldı, artık herkes ne demek istediğimi anlar herhalde. Mesajının yaş, cinsiyet, inanç, siyasi görüş dinlemeden toplumun geneline bu şekilde ulaşması çok gurur verici. Bu şarkı bir şey anlatıyor, tamam ama insanlar onun dışında şeyler de buluyor demek. İnsanlar çok sahiplendi şarkıyı. Çok mesaj aldım “Eşimle şarkımız.” “12 sene önce bu şarkıyla evlendik, çocuğumuzun adını Yağmur koyduk.” şeklinde. Bunların hepsi çok gurur verici bir şarkı yazarı için. Bana soruyorlar işte “Bertuğ denince de herkes Yağmur diyor. Bu senin canını sıkmıyor mu?” diye. Neden sıksın? Başarılı şarkılar yaptım, bir tane de çok başarılı şarkı yaptım. Bir tane yapabilmiş olmam, bir tane daha çok başarılı şarkı yapabileceğimi gösteriyor. Bunlar bana güç veren şeyler. İyi ki yapmışım diyorum.

 

 

 

Peki İngiltere’de ve Türkiye’de müzisyen olmayı kısaca karşılaştırabilir misiniz?

Öncelikle burada daha fazla talep var. Doğum gününde canlı müzik, emeklilik partisi yapıyorum canlı müzik… Yani her şeye canlı müzik istiyorlar. Ama arz da çok fazla. Müzisyen sayısı burada çok fazla. Dolayısıyla çok büyük bir rekabet var. Bir de sektörün altıyla üstünün arası çok açık. Alt derken daha küçük paraların döndüğü daha butik mekanları kastediyorum. Onlarla festivallerin, büyük sahnelerin arasındaki uçurum çok büyük burada. Yani birinden diğerine geçebilmek çok daha fazla mücadele ister. Böyle bir fark var diyebilirim. Tabi daha fazla özgürlük var orası kesin. Birtakım saçma sapan sebeplerle konser festival iptal etmek, söyledikleri yüzünden sahneye çıkartmamak gibi şeyler burada asla söz konusu değil. İçki markaları sponsor olamaz gibi şeyler de yok. Dolayısıyla daha canlı buradaki sektör.

Türkiye’de müzisyenlik en çok zorlanan meslek haline geldi. Yok işte şarkı istiyormuş da çalmıyormuş, playback yapıyormuş diye müzisyen öldürüyorlar. Akıl almayacak şeyler oluyor, o  yüzden çok üzgünüm. Sektörün tüm katmanlarında çalıştım, her türlü sahnede yer aldım. 200.000 kişiye de çaldım 10 kişiye de çaldım. Dolayısıyla tüm zorlukların farkındayım. Bulutlar dağılacak diyorum ve meslektaşlarıma sabır ve güç diliyorum.

Gelecek planlarınız neler? Bir single daha geliyor galiba…

Evet klibiyle beraber bitti o. Şimdi Gülümse’nin promosyon sürecindeyiz. Yaptığımız işi duyurmaya çalışıyoruz. Bunu da ben ve müzik şirketim yapıyoruz. Şarkıyı paylaşıyoruz, seninle olduğu gibi keyifli röportajlar yapıyoruz. Arkamda milyonlarca takipçisi olan hesaplar yok, firmamla beraber elimizden geldiğince şarkıyı duyurmaya çalışıyoruz. Sonra da yeni şarkıyı bekletmeden yılbaşından önce  yayınlamayı düşünüyoruz. Hatta diğerini de yılbaşından sonra yayınlayacağız umarım. Eleştirel kütür kütür bir Rock şarkısı var diye bahsetmiştim ya, onunla ilgili bir fikir geldi aklıma. Önümüzdeki hafta ona bir şeyler çekeceğiz. Eşim yapıyor kliplerin montajını, o da yavaş yavaş montaja başlar. Dolayısıyla ilk etaptaki planım üst üste 3-4 şarkıyı yaza kadar çıkarmak. Hatta belki 5. Kafamda bir tane ballad var, çok tatlı o da. 18-19 yaşlarında yazmıştım. Zamanı geldi artık, daha fazla yayınlamazsam şarkı küsecek bana. Yani böyle şarkılara kafa yoruyorum, kliplere kafa yoruyorum.

Bir yandan da çalmacalar var. Mesela grubumla beraber Amerikalı bir Soul şarkıcısına eşlik edeceğiz. Aynı zamanda grupla kendi programlarımıza devam edeceğiz. Yeni şarkılarımı yayınlayıp biraz da hareket sağlayabilirsem, Bertuğ Cemil konserlerine geri dönmek istiyorum. Özellikle Türkiye’de. Ama burada da olacak. Bertuğ Cemil pazar akustik konseri mesela. Bir şeyler düşünüyoruz bakalım umarım yakında duyurabilirim.

 

 

 

Son zamanlarda kimleri dinliyorsunuz?

Çok yeni bir şeyler dinlediğimi söyleyemem. Kendi şarkılarıma kafa yormaktan araştırıcı dinleyiciliğimden uzaklaştım biraz. Ama mesela bu ara Röyksopp dinliyorum. Arada açıp Stevie Ray Vaughan dinliyorum. Geçenlerde burada mahallemizin Pub’ında Stevie Ray Vaughan – Jimi Hendrix tribute gibi bir şey yaptım tek gitarla. Yıllardır çalmamıştım onları. Açıp bir hatırlamam gerekti. Sting gibi Prince gibi isimlerin üstünden geçiyorum. Bir de oğlum gitara çok feci merak saldı. Ona küçük bir amfi de aldık şimdi odasında deli gibi gitar çalıyor. O bir takım gruplar keşfediyor. Polyphia’yı dinletti mesela ve çok beğendim. Gitarcılara sardı kafayı tabi. Mesela ben ona 2 yıl önce Joe Satriani’yi tavsiye etmiştim, pek sallamamıştı. Bu sefer o “Baba senin bahsettiğin o parçayı tekrar dinledim, çok etkilendim. İnanılmaz!” diye geldi. Bu aralar onunla böyle gitarcı paylaşımları yapıyoruz. Ben ona bir şey tavsiye ediyorum, o bana bir şeyler tavsiye ediyor. Bakalım nereye evrilecek. Merakla izliyorum oğlumu.

Sizi çok etkileyen bir film oldu mu son zamanlarda?

O kadar çok şey izledik ki pandemiden beri. Meşgul olmadığımızda eşimle en büyük eğlencemiz. En son Rings of Power’ı izledik, güzeldi. Şu ara “The Bear”i izliyoruz. Ağırlıklı olarak diziciyiz aslında, öyle söyleyeyim. Ama tabi ki gençliğimde izlediğim ve hala tadı damağımda kalan filmler var. Örneğin Kieslowski’nin üçlemesi Mavi – Beyaz – Kırmızı. David Lynch filmleri var, keyif alarak izlediğim. Mulholland Drive’ı çok severim.

Benim sorularım burada bitiyor.  Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Esenlikler diliyorum herkese. Müzikle kalmaya çalışsınlar. Müzik en karanlık zamanlarda en büyük yardımcılarımızdan biri oluyor. Tabi başka sanat dalları da öyle muhakkak. Biliyorum gündem de çok bunaltıyor, ben uzak kalamıyorum mesela gündemden. Şu an ki durumundan mutsuz olan herkes “Bunu nasıl değiştirebiliriz?”e kafa yorsa iyi olur gibi geliyor bana. Umarım günün birinde tekrar konuştuğumuzda bambaşka bir halde oluruz. Ve sevgilerimi ileteyim herkese. Sana da çok teşekkür ederim. Kendine iyi bak.

 

 

 

Bertuğ Cemil’e cevapları için  tekrar teşekkür ediyoruz. Bertuğ Cemil’i takip etmek isterseniz aşağıdaki bağlantılardan hesaplarına ulaşabilirsiniz.

Instagram: https://www.instagram.com/bertugcemil

Twitter: https://twitter.com/bertugcemil

Bu içerik size ne hissettirdi?
ehehe
0
ilginç
0
kalp <3
1
karasızım
0
olamaz!
0
üzücü
0